Ana SayfaTürkiye TarihiI. Dünya SavaşıÇanakkale CephesiKişilerHatıralarRöportajlarFotoğraflarMüziklerŞiirler

HATIRALARLA ÇANAKKALE

Kınalı HasanMehmet Muzaffer

MEHMET MUZAFFER

Çanakkale cephesi, eli kalem tutanlarımızın, üniversitelilerimizin, medreselilerimizin yani okumuş ve okuyan gençlerimizin çarpıştığı, eriyip tükendiği yegâne cephedir. Nitekim 1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince askerlik vazifesinden muaf veya tecilli olan 17–22 yaşları arasında nice gençlerimiz bulunmaktaydı. Bunların bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 numaralı Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir. Onları tek tek anlatmaya elbette imkân yoktur. Ama hepsi adına bir lise öğrencisi olan Mehmet Muzaffer’den bahsetmek gerekir.

Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. Müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri binlerce zayiattan sonra Boğaz’ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi. Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale cephesine giden subay adayı Mehmet Muzaffer Bey ise alayının otomobillerine lastik satın almak için bir gecede yaptığı sahte 100 lira ile hatıralarda yer tuttu.

Muzaffer Çanakkale’ye vardığında Çanakkale harbi durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ından Aralık sonuna kadar süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar hiç mesele bile değildi. Bu gelişmeler nedeniyle Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edilecekti. Bir çok birlik hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldı. Mehmet Muzaffer ise birliğin alay karargâhında görevliydi. Alay’ın kamyon ve otomobil lastiği gibi bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit satın almalar için arttırma yapmak, ilanlarda bulunmak gibi bir satın alma üslubu yoktu. Her şey “güven”  üzerine kurulmuştu. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan karargâhına gerekli malzemenin temin ve satın alınması için onu görevlendirildi. Gereken paranın kendisine verilmesi içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne yani Genel Kurmay Başkanlığına hitaben yazılı bir tezkerede eline verildi.

O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir olan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer birliği için gerekli lastikleri uzun uğraşlarla aradı,  nihayet Karaköy’de bir Yahudi tüccarda istediklerini buldu. Fiyatlar çok yüksekti, ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Gerekli parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi gerekli yerlere havale ettirdi. Bir süre sonra Muzaffer, yaşlı bir kaymakam Yarbay’ın huzurundaydı. Kaymakam uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazır ol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan,

—Ne alınacak?

—Kamyon lastiği. Cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı:

—Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi, yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!

Bunun üzerine Mehmet Muzaffer selamını verdi ve dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay’ın ihtiyacı vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Malzemeler mutlaka lazımdı. Kendisi bu görev bulur alır diye verilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çare bulmalıydı.

Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine güldü, aradığı çareyi bulmuştu. Doğru tüccar yanına gitti ve ona:

—Paranın ödeme işlemi akşamüstü bitecek, ezandan sonra gelip malları alamam. Gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden önce vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin.

Tüccar, “peki” dedi.

 Muzaffer tam ayrılırken ilave etti:

—Altın para vermiyorlar kâğıt para verecekler.

Tüccar yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve erlerle ezan vakti tüccarın kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüz liralık kâğıt para verdi. Araba dörtnal Sirkeci’ye yollandı. Malzeme oradan gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

 Üç gün sonra tüccar elindeki bu parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

 Muzaffer, para basımında kullanılan kâğıdın aynısını Karaköy kırtasiyecilerinden almış, bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek şekilde taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği para buydu. O devrin gerçek paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunuyordu: “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” Yani “bedeli altın olarak değiştirilecekti”. Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu yazıyı değiştirerek, “Bedeli Çanakkale‘de altın olarak tesviye olunacaktır.”

Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

Sahte paraya gelince...

Tüccar bunu bir sorun yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinmez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada benzeri olmayan ve olmayacak olan bu olay Şehzade Halim Efendi’nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen yaverini göndererek bu tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit paranın bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.

Sayfa Başı

 T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü © 2007 Tüm hakları saklıdır. 
 
Eğitim Materyalleri Üretim Dairesi - canakkaledenkurtulusa@meb.gov.tr