Çanakkale aylardır kan gölüdür. Akan kanın durması imkânsız gibi
gözükür. Ama Türk yurdunun her köşesinden vatan evlatları fert
fert, grup grup akın etmekte, eli silâh tutan erkekler,
anasından atasından helallik, esinden nisanlısından namusu gibi
beyaz bir mendil alıp yollara düşmektedirler. Çanakkale’ye hep
Çanakkale’ye koşmaktadırlar. Cepheye koşanları anlatmak gerek
ama hangisini anlatalım ki? Hepsinin adına Hasan’ı
ya da bir başka tanımlama ile Ali'yi anlatalım.
Hasan kendisi gibi henüz bıyıkları terlememiş arkadaşları ile
günlerce yaya yapıldak yürüyüp Çanakkale’ye ulaşmış ve o
günlerde 64. Piyade alayı 1. tabur 2. bölükte elbise giyip çakı
gibi bir Mehmetçik olmuştur. Bölükler, Taburlar, Alaylar sık sık
eriyip cepheye yeni gelen gönüllülerle dolduğu için kumandanlar
da her gün yeni askerlerini savaşa hazırlamak için onlarla
tanışıp kaynaşmaya çalışırlar, onlara cesaret verici konuşmalar
yaparlardı. 2. Bölük kumandanı Yüzbaşı Sırrı Bey de böyle
yapardı. Bir gün ihtiyatta iken yeni askerleri ile içtima
hâlinde tanışmaya başlamıştır. Sıra hâlindeki erlerle tek tek
konuşurken sıra Hasan’a gelir Hasan’ın başındaki kına
Sırrı Bey’in dikkatini çeker ve tanıştıktan sonra Hasan’a
başındaki kınanın bir anlamı olup olmadığını sorar. Gerçi
cepheye gelen her askerin sağ elinin üç parmağı ve sağ ayağının
parmaklarının bir kısmının kınalı olduğunu görmüştür. Bir de
boyunlarındaki muskalarını. Ama bu defa Hasan’ın başının da
kınalı olması onun dikkatini çekmiştir.
Sırrı Bey:
—Hasan der, ellerinizdeki kınalan biliyorum da bu saçındaki
kınanın sebebi ne?
Hasan biraz mahcup, biraz da üzgün:
—Valla bilmem ki kumandanım, buraya geleceğim gece anam yaktı.
Bende sormadım. Bir anlamı varsa da annem bilir, der.
Sırrı bey;
—Peki, öyleyse hadi bir mektup yaz da sor bakalım " Hem bizde
öğrenmiş oluruz, diye devam eder. Hasan; Ben yazı yazmasını bilmem ki kumandanım, der.
—Öyle mi? O zaman bölük yazıcısına söyleyeyim de, sana yardımcı
olsun. Sen söyle, o da yazsın olur mu? diye emir verir. Sırrı
Bey Hasan’a,
—Baş üstüne kumandanım, der Hasan memnuniyetle.
Kumandanı emretmiş. Hiç Hasan durur mu? Herkes istirahata
çekilir o da yazıcının yanına koşar. Başlarlar mektup yazmaya.
Biraz Hasan söyler birazını da yazıcı ilave eder. Selam
ve
kelamdan sonra, bulunduğu yerin güzelliğinden, çiçeklerin
kokusundan, kuşların sesinden arkadaşlarının dostluğundan ve
kumandanının tatlı dilinden ve onlara olan sevgisinden bahseder. Konuyu kınaya getirir.
"Anacığım kumandanım saçımdaki kınayı sordu, ben bilemedim.
Arkadaşlarımın arasında mahcup oldum. Kardeşlerimi askere
gönderirsen, sakın ola saçlarını kınalama. Onlar benim gibi
mahcup olmasınlar. Kınamın bir anlamı varsa bana bildir de
kumandanıma deyivereyim." der. Kardeşlerine ve komşulara selamla
mektubu bitirirler. Sonrada mektubu postaya verirler.
Savaş bütün hızıyla ve tüm acımasızlığı ile devam eder, günler
geçer. Hasan bile mektubu yazdığını unutmuştur artık. Üzerinden
hemen hemen iki üç ay geçmiştir.
Bir gün Yüzbaşı Sırrı Bey’in bölük karargâh çadırındaki birkaç
mektup dikkatini çeker. “Bunları sahiplerine neden vermediniz?”
der ve içlerinden bir tanesini öylesine açar. Köy kâtibinin
işlek yazısıyla yazılmış bu mektubu gayri ihtiyari okumaya
baslar. "Yavrum, Hasanım, Kınalı kuzum Mektubun geldi, sanki
dünyalar benim oldu. Pek çok sevindim. Köy kâtibi okudu ben
ağladım. Hasan'ım buralar köylük yerdir bilirsin. Muhtargilin
çok işi vardı. Mektubun biraz gecikti gönül koma emi!... Yavrum
Kumandanını pek sevmişsin, ne güzel! O senin babanın yarısıdır.
Sakın ola ki kumandanının emrinden çıkmayasın, önünden aykırı
geçmeyesin! Ateşe bas dese basasın yavrum. Kars’tan, Siirt’ten,
Adana’dan, Uşaktan arkadaşların olmuş. Birbirinizi çok sevip iyi
geçinirmişsiniz elbette öylesi yakışır kuzum.
Onlar senin dünya ahiret hakiki kardeşlerindir. Gayri
buradakileri unut! Sakin ola onları incitme. Sütümü sana helal
etmem. Kuşlar çok güzel öter, çiçekler pek güzel kokarmış.
Çayırlar çimenler bir anlamlı dalgalanırlarmış. Elbette güzel
olacak yavrum. Bu vatanın bir karış toprağı yoktur ki şehit
kanıyla sulanmamış olsun. Onun için bizim yurdumuzun her yanı
ayrı güzel, çiçekler onun için bir başka güzel kokar. Kumandanın
saçındaki kınayı sormuş. Bunda bilemeyecek ne varmış ki yavrum?
Bizim buralarda Allah için kurban seçilen koçları önce kına ile
süsler sonra kurban ederler. Ben de seni dört kardeşinin içinden
en çok seni sevdiğim için bu vatana seni kurban seçtik. Hz.
İsmail’e seni kardeş, olasın istedik. O da senin gibi kurban
edilmek için kınalanmamış mıydı? Bunda bilinmeyecek ne var ki
yavrum! Hem düşündüm ki, Kıyamet günü Mahşer yerinde, o kına
senin işaretin olsun da, kalabalıkta seni kolayca bulabileyim. "Aha işte benim kınalı kuzum da burada" deyip bağrıma basayım,
senin şefaatine sığınalım istedik.
Sırrı Bey’in iki gözü iki çeşme, mektubun devamını okuyamaz
artık. Sadece en sonundaki "Anan Hatice" yazısını görür. "Bulun
Hasan'ı" der Sırrı Bey. "O okuma bilmiyor, anasının
mektubunu ona ben okuyacağım!" diyerek posta erini Hasan’ı
aramaya gönderir. Çok geçmez posta eri geri döner.-Kumandanım
Hasan bir hafta önceki Arıburnu çarpışmasında Hakka yürümüş
cebinden şu kâğıtla bir mecidiye para çıkmış! Diyerek Sırrı
Bey’e ikinci bir acı yaşatır. Hasan’ın cebinden çıkan kâğıtta
başlanıp yarım kalmış şu dörtlük vardır:
Anam yakmış kınayı adak diye,
Ben de vatan için kurban doğmuşum!
Anamdan Allah’a son bir hediye,
Kumandanım, ben İsmail doğmuşum!
Yüzbaşı Sırrı Bey elinde ona emanet kalan Hatice Ana’nın
mektubuna bir daha bir daha bakar ve kendi kendine şöyle
mırıldanır;
—Bilmeliydim! Bilmeliydim! Kurbanların kınalı olması gerek! Bu
yiğitlerin hangisi bu vatana kurban seçilip buralara
gönderilmedi ki! Onun için hepsi kınalı kurban, her biri Hasan
her bir Ali!